2013 yılına bir bakış

Aylardan ocak yaşlarımdan on iken bir akşam annem benimle bir şey konuşacak şeyleri olduğunu söyledi. Yatak odasına gittim ki bizim evde ne zaman  önemli bir şey konuşulacak olsa yatak odasına gidilir, evde yabancı birinin varlığından bağımsızca kapı kapatılırdı. Babam yatağın bir ucuna ilişmiş, yüzündeki ifade beni ister istemez gene ne yaptım acaba düşüncesine itmişti. Öğretmen olduğu gerçeğini hayatının her bir bucağında bir rozetli göğüs gibi gere gere taşıyan annem kelimelerini özenle seçerek, sakince konuşmaya başladı. Ayın ocak yaşımın on olmasından mütevellit annem benim her şeyi anlayabilecek olgunlukta olduğumu, benimle her şeyi paylaşabileceklerine inandıklarını, babamın hasta olduğunu, babamın hastalığının çok önemli  olduğunu ama ne olduğunun o kadar da önemli olmadığını, bunlara takılıp derslerimi aksatmamam gerektiğini, hayır Ada zaten kendilerinin de bilmediklerini, ameliyat olması gerektiğini ve bu yüzden bir süre evde olamayacağını söyledi. Üzülmemem gerekiyordu çünkü babam zaten ameliyat olduktan sonra iyileşip gelecekti. Ben de olgun her çocuğun yapması gerektiği gibi öyle yaptım.

1993 yılının Eylül ayında doğduğumda hava nasıldıysa, 2003 senesinin Şubat ayında da öyleydi; yaşadığımız şehirde çok da yadsınan bir şey değildi bu, kar görmeyen bir dünyam vardı o zamanlar. Hafta içi olduğundan sokağa çıkmak yerine ders çalışma sorumluluğunu üstlendiğim bir akşam ders çalışamıyordum çünkü kapının önünde annem yere çökmüş kendinden geçercesine ağlayıp yapamayacağını söyleyip dururken ananem yapabileceğine, yapması gerektiğine dair telkinlerde bulunuyordu. Annemin elinde Kur’an-ı Kerim vardı ve ben Arapça okumayı unuttuğu için ağladığına ikna olmuş bir vaziyette kendi okuduklarıma odaklanmaya çalışıyordum.
On sene kadar önce bir nisan ayında annem yan odamda iki yaşındaki kardeşimin tüm mal varlığını bir avuç bavul içinde topluyordu. Anneannemle dedem evlerine dönerken kardeşim de o sene İstanbul’u benden önce görecekti. Odamda dolabın içine saklanmış ağlarken ben, kardeşimin de çok olgun bir çocuk olduğunu düşünüyordum.
On birinci doğum günüme iki ay saydığım bir yaz günü Ankara’daydık. Deniz olmayan bir yere niçin tatile geldiğimizi anlayamadığım kadar babamın niçin her gün hastaneye gittiğini de pek sormamıştım, zira annemin her yemek sonrası verdiği bozuk paralarla on milyona ne zaman ulaşacağımın hayali oldukça heyecan vericiydi. Orduevinin havuzuna gitmek için anneme yalvarmayı başarıya erdirdiğim bir günün devamında annem sözünü dinlemeyip kendisini zor durumda bıraktığım için bana bağırıyor, artık kabarmaya başlayan etlerim canımı çok acıtıyordu, ama işte annem de en az benim kadar ağlıyordu. Annem o akşam ben onu zor durumda bıraktığım için İstanbul’a gidip ertesi gün kardeşim ve babama moral olsun diye aldığı bir bavul dolusu fotoğraf albümüyle orduevi odasına geri döndü.Ertesi gün de beni yüzme kursuna yazdırdılar.
Aslında lafı çok da uzatmanın gereği yok, diyeceğim o ki; 2013 yılını pek bilmem ama 2003 yılı benim için pek kolay geçmemişti.

Yorum bırakın